11 Mart 2017 Cumartesi

162.Gün


Bugün çarşamba ve 17. gün. Başladığı andan bugüne yüzlerce kayıp verdik. En son
yakın arkadaşım İbrahim’i kaybettim. Sabahleyin cenazeye giderken çok utandım. Halbuki küçük kızına söz vermiştim. Babanı kurtaracağım demiştim. Ama İbrahim’i kollarımın arasında kaybettim. Her gün kollarımın arasında sayısız insan ölüyor. Bütün yolları denesek de çaresiz kalıyoruz. Bazen düşünüyorum , bu insanların ölüm sebebi Tanrı’nın bi lütfu mu yoksa bi cezası mı ? Bu insanlar Tanrı’ya bi kötülük mü yaptı ??
Ya da hayır Tanrı onları mükafatlandırdı. Belki de ölenler bizden daha mutludur...
Bugün cuma ve 50. gün . Hastalık belirtileri bende de nüksetti. Ellerim titremeye başladı , habire ateşleniyorum ve bitmek bilmeyen sancılar var midemde. Terzinin söküğünü dikemediği gibi ben de hastalığıma çare bulamıyorum. Tanrı bana da aynı şakayı yapıyor olmalı (!) Evet şaka diyorum çünkü psikolojim bunun gerçek olduğuna inanmıyor. Geçen gün psikiyatr bi arkadaşımın yanına gittim. Yaşadığım şeyleri anlattım ve veba olduğumdan bahsettim. Hastalığımın aramızda kalmasını söyledim. Bana ilaç verdi ve rapor yazdı. Bir haftalık izne ayrıldım. İznim sırasında istirahat etmek yerine insanları izledim. Yitip giden hayatlara ve yakınlarının bu duruma nasıl alışğını fark ettim. Tablo karanlık...
Bugün salı ve 96. gün . Bu kadar kayba rağmen belediye meclisi insanların biraz kafası dağılsın şenlikler düzenledi. Yemekler , müzikler , oyunlar... Ama benim kafam dağılmak yerine daha da bozuldu. Hastalığım iyice ortaya çıktığı için beni görevden aldılar. Şehrin 47 kilometre uzağındaki bi dağ evine yerleştim. Biraz odun kırdım , sobayı yaktım ve çay demledim...
Bugün perşembe ve 161. gün. Şehirden ölüm haberleri almayı bıraktım. Ölüme bir adım daha yaklaştım. Ölmeyi düşünmek oldukça korkunçtu. Ama bir yandan da ödül gibi gelmeye başladı. İnsanların ölümden korkması bir içgüdü mü yoksa daha önceden Tanrı Eli’yle beynimize işlenmiş bi şeyin habercisi mi ? Demek istediğim tanrı bizi çok büyük bi şey için çağırıyor mu yoksa ? Ya ölmek aslında ölmek değilse ? Bunlar kafamı kurcalarken kapının önüne beyaz bi araba geldi. İçinden doktor kılıklı 2 adam çıktı ve yavaşça kapıma doğru ilerlediler. Kapıyı açtığımda bana vebanın çaresinin bulunduğunu ve beni tedavi etmek için şehre götürmeleri gerektiğini söylediler. İçimdeki ses tedavi olmamam gerektiğini ve Tanrı’yla yüzleşmem gerektiğini söyledi. Ama yine de şehre gittim.
Bugün cuma ve 162. gün. Uzun bekleyişin ardından sabahın erken saatlerinde beni hastaneye getirdiler. Kendimi çok yorgun hissediyorum bir yandan da etrafta bi gariplik sezdim. Sanki daha düne kadar onca insan ölmemiş gibi davranıyordu insanlar birbirine. Tam ne oluyor diye düşünürken beni bi odaya soktular. Odanın ortasında bir masa vardı ve iki de sandalye. İçeri gayet alımlı bi kadın girdi. Söylediğine göre psikologmuş kendisi. Vebanın 100 yıl önce çaresinin bulunduğunu , aslında kimsenin ölmediğini , benim de doktor falan olmadığımı ve bir şizofren olduğumu söyledi. Kocaman bi kahkaha attım ve çıldırmış olduğunu söyledim. Sonrasında görevliler beni alıp hücreme götürdüler. Hücreye girdiğimde Zeki Müren’le karşılaştım ve bana Fifa 17 oynayalım mı diye sordu ? Teklifini kırmadım ama oyunda beni çok fena yendi. Ardında biraz muhabbet ettik. Meğersem beni 10 yaşımdan beri tanıyormuş ama yanıma gelmeye cesareti yokmuş. Neyse ki kader bizi aynı hücrede buluşturdu. Bu arada kader neydi...? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder